Kendi İşini Kurmak
Kendi işine sahip olmak konu başlıklı yazdığım ilk yazıya gelen yorumlar sonrasında, Kendi işni kurmak ile ilgili de düşüncelerimi ve duygularımı yazmaya devam etmeye karar verdim.
Hangi mesleğin hangi seviyelerde aşağı yukarı ücret skalasında olduğuna az çok hakimim. Yazılımcının, Tasarımcının, Onlinecının, İkcının; Uzmanın, Müdürün, CEO’nun… Ama iş Kurucu Ortaklığa gelince var olan ücret kavramı hayli uçuk kalıyor.
Stajyer pozisyonu hariç en düşük maaşı alacak kişi Kurucu Ortak oluyor. Sıfır ile başlayan rakamlar 10 binlere, oradan da 100 binlere gelebiliyor. Hal böyle olunca herkes bir şirket kurmak istiyor. Her zaman olduğu gibi en uçuk örnekleri kendimize almaya meyilliyiz. Yani bir şirket kurarsak ayda en az 100 bin alabileceğimizi düşünerek hareket ediyoruz. Var olan işleri küçümseyen suratlar, yerini nedensiz kibire bırakıyor. Aslında burada devreye daha çok ego giriyor. “Yaparım ulan!” diyorsun. Yapabilirsin de, yapmalısın da. Başkaları neler başarıyorken senin yapmaman mümkün mü?
Ama hiçbir zaman yeterli gelmiyor. Kıyaslamaların sonu yok.
Yaklaşık 5 senedir kendi işine sahip olan biri olarak rahatça söyleyebiliyorum. Kendi işine sahip olmak harika bir his, kendinle gurur duyuyorsun, yaptıkların başardıklarıyla övünüyorsun. En çok istediğin şey ise bir şekilde başkaları tarafından alkışlanmak. Her çeşit insanın seni beğenmesini arzuluyorsun. İşte o zaman tatmin oluyorsun. Eğer takdir görmüyorsan hırslanıyor, başkalarının neden senden daha çok sevildiğini düşünmeden pisleşmeye başlıyorsun. Belki gerçekten başarılısın, güçlüsün ama insan ilişkilerinde sınıfta kaldıysan işte yaptığın başarıları siliyorsun.
En yüksek maaşı alayım diye düşünüp kendi işini kurmak istiyorsan, hoş geldin gerçek dünyaya! İlk 3-5 yıl pek bir şey alamıyorsun. O kurduğun bütçeler, düşündüğün paraları; ekibe, ofise, teknolojiye, devlete veriyorsun. Sana ise manevi zenginlik kalıyor.
Az şey diye düşünüyorsun belki, zaman zamansa kendine kızıyorsun. Mide krampları geçiyorsun belki, stresten uyumuyorsun, başın kaşın gözünü ağrıtıyorsun. O büyülü milyonların döndüğü zamana ışınlanmak istiyorsun. Işınlanacaksın da maddi duygunun tadını alabilmen için önce maneviyatı bilmelisin! Şükrediyorsun, teşekkür ediyorsun, gülümsüyor, mutlu oluyorsun.
Herkes senin hayatına gıptayla bakıyor, sana imreniyorlar. “İstediğin saatte istediğin yerde çalışabiliyorsun oğlum, azcık çalış” diyorlarken aslında kendilerine kızıyorlar.
Masa başında, bilgisayarın karşısında geçirdikleri zamana, harcadıkları yola, zamana kızıyorlar sana değil. Onlar tatillerini belli zaman getirmek için uğraşırken, patron sensin istediğin zaman çıkabilirsin tatile. Ama çıkamayabiliyorsun, üç beş yere gitsen de dünyayı dolaşmışsın sanıyorlar.
Ne düşünüyorlar, ne hissediyorlarsa aslında hep kendilerinden. Senin içinse zaman bir başka geçiyor. Zorlu günleri atlattığında, eskiye dair anıları anlatmaya başlıyorsun. Önceleri utandığın, “paramın ancak bir simide yettiği günler oldu” lafını artık gülerek anlatıyorsun.
Hey gidi günler diyor, o günlere lanet ettiğin zamanları unutup, “çok şükür!” diyorsun. O günleri gördüm de, bugünün değerini anladım diyorsun aslında. Her başarı hikayesinde, başarısızlıkları da anlatmaya başladılar ama daha derinlerde yatanları anlatan pek olmadı. O kadar da başarılı değilken, kim neden seni dinlesin ki diye düşünüldü. Başarılı olunca hayatın roman oluyor ve “vay be adam ne çekmiş aslında helal olsun” diyorsun. Kendin başrolde oynuyorken, başkalarının hayatını seyrediyorsun. Hem de hiç tanımadığın, belki de hiç tanışamayacağın kişilerin hayatını kendinkinden fazla takip ediyorsun.
Hazmedemiyorsun. Çoğu zaman küstahlıklara çıldırıyorsun. Henüz hiç tecrübesi olmayan kişilerin karşına geçip, ben 5 binden aşağı çalışamam dediğini duyduğunda ilk şaşırıyorsun. Bakıyorsun ki bu tarz söylemleri bir kaç kişiden değil de, onlarca, yüzlerce kişide görmeye başladığında “tamam!” diyorsun adama en az 5 bin TL vereceksiniz. Sonra dönüp “ya ne güzel iş yapıyorsunuz, ben de günün birinde kendi işimi kurmak istiyorum” diyenler çıkıyor. İşte o zaman gülümsüyorsun, belki çok başarılı olacak belki de olamayacak önemli değil. Ama işin rengini göreceğini bildiğin için gülümsüyorsun.
Geçen gün uzun zamandır beklediğimiz para hesabımıza yattı. Mide kasılmaları, mide bulantıları, sinirlilik yerini; yüzde huzurlu, sakin bir tebessüme bıraktı. Tabii hemen mide kasılmaları son bulup, müthiş görevini yerine getirmeye çalışırken tökezliyorlar ama olsun, rahatlama hissi vücuda çok iyi geliyor. Sonra tüm ödeme planını gerçekleştirirken kendi maaşlarımızı ne yapacağımızı bilemedik ve ortağım Senem Anıl, XXXX TL at kendine dedi, yok dedim çok o, XXX TL yeter. Stajyerler bile daha fazla alabiliyor kimi zaman günümüzde, alsınlar da. Paranın açgözlülüğü hiçbir zaman içimizde barınmadı. Sonra o XXX TL’nin banka hesabımda olduğunu bilmek, keyfimi daha da yerine getirdi. İşte buydu; para bir şekilde, her şekilde, en güzel şekilde geliyordu.
Miktarların yüksek olması isteğimizdir tabi ki, ancak geliyor olması bile insanın heyecanını arttırıyor. O sanal paraların, bir kasadan çıkan kağıt paraların değerini gözümüzde çok büyütüyoruz. Para parayı çekiyor. Daha çok para gelecektir. Bunun için kendini ne kadar hırpalarsan hırpala çözüm değil. Sabredip çalışmak gerekiyor.
XXX TL’yi cebimde hissedip insanlara dağıtayım ya da ne kadar param varsa hadi hepsini harcayalım psikolojisine hiç girmedim. Ama sevdiklerime bir şeyler ısmarlayacak güce sahip olduğunu bilmek insana güven duygusu veriyor.
Öğrencilik yıllarımda stajdan aldığım maaşı, biriktirip güzel organizasyonlarda harcamayı seviyordum. Kıyafet yerine yemek içmek ve hoş vakit geçireceğim dostlarla harcamak beni daha çok tatmin ediyordu. Birkaç arkadaş birlikte bowling oynamaya gitmiştik. Önce bir şeyler yedik, sonra da oyuna başladık.
Öyle çok güzel vakit geçiriyorduk ki, zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyordum 1 oyun bitmişti, 2. oyuna geçmiştik ve o da bitmek üzereydi. 3.sü de gelecek gibiydi ama arkadaşlar paralarının yeterli gelmeyeceğini söylediğinde “ben de var, 3. oyunu oynayabiliriz isterseniz” heyecanla demiştim. O günle bugün arasında kişiliğimde bir farklılık olmadı. Zaman güzel geçiyorsa ve yeterli param varsa bir oyun ısmarlamaktan ne çıkardı. Ancak arkadaşlar kabul etmedi. “Başka zaman zengin” diyerek gülümsediler.
Çok çok zengin olduğum bir dönem olmadı, halimiz iyi durumdaydı, çok şükür. Parayı saçmadık ortalara, biliyordum ki bir arkadaşımın bira içecek parası o an olmasa da, ortamda yalnız hissetmesi, kendini kötü hissetmesini istemiyordum. Bir bira da o arkadaşıma almak beni yolmazdı. Sonuçta arkadaştık, başka bir zamanda karşı taraf bana bir şey ısmarlardı olduğunda. Ne olacaktı ki?
Arkadaşlıkları parayla satın alamazsınız, ilişkileriniz gibi. Unutmam çok eskilerde erkek arkadaşım beni eve bıraktığında dönüş için minibüs parasını ben verirdim. Evet bu, zamanla enayi olduğumu gösterdi. Bu kadar da olmamalı. Bir bira ısmarlamak koymuyor insana da, biri seni bıraktığı için minibüs parasını vermek koyuyordu. Çünkü o yolu tek başına da gidebilirsin, sadece eşlik etsin sevdiğin kişi, seni öpüp uğurlasın istiyorsun.
Algı öyle önemli bir şeymiş ki zamanla insan daha net fark ediyor. Çoğu beyin halen kadınları tavlamak için zengin olması gerektiğini düşünüyor. Ne kadar da yanlış. Zenginlik, varlık karakterlerle bütünleştiği zaman anlam kazanır. Karakterin bozuksa, iletişimin sıkıntılıysa, hareketlerin tutarsızsa, kibirli ve saygısızsan ne kadar paranın olduğunu kim umursar?
Gösteriş yaparak kendini parlatabilirsin belki ama kendini silemezsin. Aynı şekilde şirket sahibi olunca da tüm kapıların açıldığını düşünenler, şampanya içmeden gününü geçiremeyeceğine kendini şimdiden ikna edenleri görüyorum. Unvanlar, maaşlar, kendi şirketine sahip olup olmaman ilişkilerinde ve mutluluğunda sanıldığı kadar etkili değil.
Bir iş portalında belirttiğim uzmanlık alanlarımdan 7 tanesinin 100 kişiden fazla kişice onayladığını gördüğümde çok mutlu oldum. Arkadaşlarımla paylaştığımda, “bunun için para alıyor musun” sözünü işittim. Şakaydı elbette, ama “hayır” dedim “tamamen maneviyatım için”. Öyle ki her şey para olmuş. Takdir edilmek, başarılı olduğunu görmenin bile maddi yanını arar olmuş insanlık. Oysa hangi duyguyu satın aldınız en son parayla?
Evet, kendi işine sahip olmak çok güzel bir duygu. Yüksek maaşlar alayım diye düşünüp kendi işinizi kurmak istiyorsanız bir daha düşünün. Kendi işini kurmak; hayalleri, hedefleri ve uzun vadeli amaçları olan özgür kişilikler için muazzam duygular yaratırken, kısa vadede size istediğiniz sonuçları ulaştırmayabilir.
Unutmamalı ki, özgürce çalışmak parayla ölçülebilecek bir şey değildir. Çoğu zaman kurumsal hayatlardan çıkıp kendi işini kuran kişilerin, daha önce hesabında çok daha fazla parasının bulunduğunu sıkça duyabiliyoruz. Ancak hissedilen mide krampları, emeklerin karşılığını görmenin yarattığı mutluluk; çoğu zaman sıfırlardan oluşan hesaplardan daha çok fazla şey anlatıyor insana.
Evet, Kendi işini kurma çok güzel bir duygudur. Eğer gerçekten mutlulukla ve huzurla çalışabiliyorsan! Herkesin hak ettiği hedeflere ulaşabilmesi, en tepelere ismini yazdırırken yanında sevdikleriyle olabilmesi dileğiyle.
Comments
Son yıllarda okudugum en samimi iş hayatı yazisi ve tecrubesi… tebrikler…:)
Yazı çok güzel lakin sizi eve birakan sevgiliye minibüs parası vermeniz beni bitirdi ☺
keyif ve samimiyet verici bir yazı olmuş.
2-3 yıldır kendi işimi kurmayı istiyordum ama sektörde biraz daha pişmem gerektiğinin farkındaydım. Şu an geldiğim noktada ise iyi maaşı bırakıp masraf altına girmek riskli geliyor 😀
Ceydacım ne güzel yazmışsın. Keyifle okudum. Bizlerin üç aşağı beş yukarı çektiği çileleri dile getirmişsin. Neredeyse 2 senedir kendi işimi yapmaya çalışıyorum. Kendi cebime giren para hala dışarıda kazanabileceğimin yarısı. Buna rağmen kendi işimi yapıyorum ve umutluyum.
Kendi işini kurmak, birçok çalışan için hedef gibi görünse de bu bir tercihtir.
Sizlerin de belirtmiş olduğu gibi kendi işine sahip olmanın maddi manevi getirileri olacağı düşünülür her zaman. Belki para, belki itibar, belki özgürlük… Velhasıl bir tercih durumu söz konusudur. Bu yanlış birşey değil ve takdir edilesi bir tercihtir. Sizi tebrik ederim. Yorum yapmamdaki amaç ise farklı bir noktanın altını çizmektir.
Şöyle ki:
Her insan sorumluluk almayı sevmez. Bazıları da bir miktardan fazlasını kaldıramaz. Dolayısıyla insan önce kendini tanımalıdır. Bir freelancerın bazı patronlardan daha fazla kazabileceğini de biliyor olmak gerekir.
Daha fazla para, daha fazla özgürlük ve daha fazla itibar için kendi işini kuramayanlar mevcut mesleğinde otorite olmayı deneyebilir 😉
Eğer işinizde en iyisi sizseniz 5000 tl veya 50.000 tl istemek size kalmıştır. Aldığınız işi teslim etme tarihiniz veya çalışma prensipleriniz yine size kalmıştır. Tabi suyunu çıkarmadıkça.
İşte bu detay genellikle atlanıyor. “Kendi işinin sahibi olmak” istediğini ifade eden birine “şuan yaptığı iş, senin işin değil mi?” Diye sorabilir miyiz? Bence pekala sorarız. Mülkiyeti başkasına ait olan işlere katkı sağlamak da “kendi işimizdir”
İşimizde kendimiz olmamız dileğiyle herkese başarılar…
Merhaba Bünyemin,
Güzel yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum.
Dediğiniz gibi yaptığımız her iş, aslında kendi işimizdir. Ancak sanıyorum önemli nokta yaptığımız işi seviyor olmakta ya da bulunduğumuz ortamı özümseyebilmekte. Yeri geliyor şirket kurucularından çok daha fazla işini ve şirketi düşünen, bunun için emek harcayan, aidiyet duygusu yüksek kişileri görebiliyoruz. Umarım daha da çok görebiliriz.
Keyifli çalışmalar olsun.
Sevgiler.
Beğenmene çok sevindim Melih, dışarıdan güzel görünen pek çok şey gibi startup olmanın da keyfi ve zorlukları yaşanıyor ancak her zaman bahsedilmediğini düşünüyorum. Mutlu mutlu çalışmalarımız olsun 🙂