İş Hayatından Soğutma Sanatı
Hevesle ve heyecanla istediği işi yapan kişiler zamanla yaptığı işten bunalmaya, zevk almamaya, stresli günlere ve sosyal hayatından kopmaya başlıyor. Odağı yalnızca iş olan hayatlar ne yazık ki çok da sağlıklı değil. Peki gerçekten hiç düşündük mü, nedir bunun sırrı? İş hayatından nasıl bu kadar soğuyor ve hiç bir şey yapmak istemeyecek kadar kendimizi kötü hissediyoruz.
İşini sevmeden çalışanlar ya da işi rutin hayatının bir parçası haline gelmiş olan kişilerle karşılaştığımızda; mutsuzluklarını, öfkelerini hissederiz. Tam olarak kişinin ya da kişilerin ne düşündüğünü ve hissettiğini bilmiyor olsak da etrafa yayılan negatif enerji, atmosfere hızla yayılır. Yapmak istediği mesleği yaptığını düşünen, işe koşarak ve gözleri parlayarak gidenler. Varoldukları projelere katma değer sağlayacak fikirler üretmek ister. Eğer çalışılan ortamdan bir kişi bile etrafa negatiflik saçıyorsa, pozitif kişileri etkilemeye başlar. Düşüncelerini dile getiren, fikirlerini ortaya koymak isteyenler; işini sevmeyen ya da önemli görmeyen yöneticilerle karşılaştıklarında, iş hayatının karmaşasını, yoruculuğunu ailesinden ve çevresinden yıllardır duyuyorsa demek iş hayatı böyle diyerek olanları sineye çekmek ister. Yapmak istediği fikirlerin dinlenmemesi, yol gösterilmemesi ya da küçük görülmesi gibi durumlarda yıllar geçtikçe mesleklerine olan hevesleri geçer.
Yıllarca değişmeyen, herhangi bir yeniliğe kapalı olan yöneticiler, kreatif düşüncelerin değerini anlayamazlar.
Mesleğiniz ne olursa olsun yaşanılan durumlardan biri, “Neyle uğraşıyorum ben!” sendromudur. Herkesin böyle bir sendrom yaşamış olması demek, normal bir durum olduğunun göstergesi değildir. İş hayatı, tüm sosyal hayatımızı ve sağlığımı etkileyen en büyük faktörken, düşüncelerimizi, yaşadığımız sıkıntıları ve problemleri dile getirmediğimizde bunalıma daha çok sürüklüyoruz kendimizi ister istemez. Neler hissettiğini dile getiren birileriyle karşılaştığımızda, herkes bu problemleri yaşıyor demek, biranda mutluluk aşılamıyor.
Yaşadığımız problemleri anlatmadığımızda sorunlar gözümüzde git gide büyür, bu duyguları yaşayan tek kişi olduğumuzu düşünebilir ve kendimizi yalnız hissedebiliriz. Yapısı gereği çoğu kişi yaşadığı problemleri dile getirmek yerine, mutlu rolü oynamayı tercih eder. Her şeyin süper gittiğini belirtir. Karşılığında duyduğu sözler pozitifse, sorunları kendi içinde tutmaya devam eder. Çünkü kimse mutsuzluğunun, başarısızlığının görülmesini istemez. Ancak iş hayatı başarılar kadar başarısızlıklarla da doludur. Duyulan pek çok başarı hikayelerin yanı sıra, kat be kat başarısızlıklarla karşılaşmıştır, iş hayatı. Ancak bunları dile getirmeye ve göstermeye geldiğinde çekinir, sıkılır ve kaçarız. Aslında kaçtığımız şey kendi sorunlarımızdır. Zaman geçtikçe omzumuzda taşıyamayacağımızı düşündüğümüz kadar çok yük hissetmeye başlarız. Her şeyden elimizi ayağımızı çekmek ve gitmek ister, hiçbir şeyle uğraşmak istemeyiz. Artık o kadar çok birikmişlik vardır ki, en küçük sorunlar bile gözümüzde büyür ve tadımız kaçar. Neyle uğraşıyorum cümlesini de kurduk mu, yenilik yapma sinyalimiz çoktan gelmiş demektir.
Bana kalırsa kurulan en vurucu cümle “Neyle uğraşıyorum ki ben!“. Karşılaştığım konuşmalarda, yazılarda, videolarda bu cümle beni oldukça derinden etkiliyor. Çünkü hayatın amacı hayatı yaşamak olmalıyken, hayat akıp giderken, ne için yaşadığımız, zamanımızı neye harcadığımız ve buna değip değmediği ölçülmeye çalışıyoruz.
Hayatta para kazanma amacımız ne olursa olsun, meslek ve yapmak istediğimiz işlerin neler olabileceğini iyi karar vermediysek ve kendimizi tanımaya fırsat yaratmadıysak, yıllarca uzman olduğumuz konuların istemediğimiz şeyler olduğunu fark edeceğiz. Ve yorulmuşken yeniden başlamak için takatimizin kalmadığını hisseder, git gite boşluğa sürükleniriz.
En sevdiğim sözlerden biri, hiçbir şey için geç değildir. Alarm sinyalleri henüz çalmadan harekete geçersek, hem iş hem de özel hayatımızı etkilememiş oluruz. İş hayatında mutsuz olan bir kişinin özel hayatında ve sosyal hayatında mutlu olduğunu görmek çok zordur. Dolayısıyla çalışma ortamında sinir bozar, motivasyonu kırar ve sabit fikirliliği ile fark yaratmak isteyen kişileri küstürürsek, bu kişilere büyük bir saygısızlık ve haksızlık yapmış oluruz. Baskı ve mobbing de yapıyorsak bu kişilerden başarılar beklememiz yanlış olur.
İş hayatı göründüğü kadar tatsız değildir. Halen zamanımız varken biraz kendimizle baş başa kalıp, nelerden hoşlandığımızı, nasıl işler yapmaktan keyif aldığımızı keşfetmeliyiz. Her bir yaşla kendi kararlarımızda değişiklikler olacaktır elbette, ancak sinir ve stressiz bir hayat tercih ediyorsak, mutlaka kendimize zaman ayırmalıyız. Unutmayın, sizi sizden daha çok anlayacak kimse olamaz!
Comments
Çok Güzel bir noktaya parmak Bakmışsın. Ne ile uğraşıyorum ben? Önemli bir itham. Yaptığından tatmin olmak, doyurması ve sürekli gelişim seni bağlayan sebepler. Bunlar azalır veya yok olursa alarm çalmaya başlıyor.
Ceyda, güzel yazı olmuş, tebrikler.
İK uzmanı değilim ama kendimce bir kaç ek yapmak isterim. Yazındaki bütün bunları denemesine rağmen motivasyonunu, heyecanını kaybetmiş kişilere bazen iş hayatında yangın çıkışını göstermek gerekir. Bir insan hobisiyle ilgileniyor, yeri geldiğinde geziyor, yeri geldiğinde eğleniyor, sosyal hayatı kuvvetli, kazancı yeterli fakat buna rağmen motivasyon oluşamıyor, heyecan kaybolabiliyor.
İnsanlar belirli bir yaştan sonra gerek hormonal, gerek fikirsel, gerek fiziksel değişiyorlar fakat bu değişim sürecinde kendilerini yeteri kadar bu değişime senkronize edemiyorlar. Bir insan iş hayatından bunalıp kendisi bir şeyler yapmak isteyebilir, kendisi bir iş kurup peşinde koşmak istiyor olabilir veya radikal değişikliklere gidebilir. İlginçtir bunu bazıları fark etmiyor, bazıları ise fark edip cesaret edemiyor. Yazında fark edip cesaretsiz olanları cesaretlendirecek bir kaç nokta var ama son cümlen her şeyi özetliyor. Bir kişi kendi hayatına ancak kendisi deva içeren bir reçete yazabiliyor diğer kişilerin reçeteleri ağrı kesici etkisi gösteriyor.
Bu tip şeylerle çok karşı karşıya kaldım üzerime oynandığında ağır karşılıklar verdim eğer bana haksızlık var ise ortalığı ayağa kaldırdım. Öyleki “antagonist” lakabımda vardır 🙂 Bunlar zamanla beni güçlendirdi artık yöneticiler beni işsiz bırakmakla korkutamıyorlardı çünkü ben bana göre hep en iyisiydim ve işsiz kalmayacaktım nitekim bu düşünceler bir gün beni neden bu adamları zengin ediyorum diye düşündürdü ve kendi işimi yapmaya başladım. Başarısız olsam dahi asla pişman olmayacağım çünkü mesleğimi seviyor ve işimi biliyorum.
Son zamanlarda okuduğum güzel yazılardan biri. Ben dahil birçok kişinin durumunu özetliyor. İşine, kendisine değer verilmeyen birinin mutlu çalışması beklenemez. Negatif bir ortamda bir süre sonra rutin bir anlayışa bırakıyorsunuz kendinizi.
Mutsuz çalışma üzerine bir de saygısızlıklar eklenince iyice bunaltıyor aslında. Ama dağın tavşandan haberi yok maalesef. Olsa ne olur modunda yaşıyoruz
Is hayatında karşılaşılan sorunları anlatmak ancak bu kadar net olurdu sanırım. Ayrıca işimize dört elle sarılmanin karşılığında özel hayatımızda neleri kaybettiğimiz sorgulamamiz gerektiğini sonuna kadar katılıyorum.